Partisinin Kayseri kongresinde konuşan Ahmet Davutoğlu, "Korona salgınında yaşamakta olduğumuz yeni dalga bazı tedbirleri almamızı zorunlu kıldı. Kongrelere katıldığımız illerimizde sadece havaalanında ve kongre salonunda değil sokaklarda da gördüğümüz yoğun ilginin hem teşkilat mensuplarımıza hem de vatandaşlarımıza risk oluşturmaması için bazı tedbirleri alma ihtiyacı hissettik. Biz sağlık bakanının birinci dalganın ikinci pikini yaşıyoruz dediği günlerde Giresun’da çevre illerden gelen vatandaşlarımızla birlikte miting yapan iktidar yetkilileri gibi sorumsuz davranamazdık." düşüncesini dile getirdi.
Davutoğlu, "Geçtiğimiz günlerde Teşkilatlardan Sorumlu Genel Başkan Yardımcımız Nedim bey il kongrelerimizin salgın için gerekli tedbirler alınarak asgari katılımla yapılması yönündeki kararımızı vatan sathındaki il yöneticilerimize tebliğ etti. Bu vesile ile geçtiğimiz hafta korona testi pozitif çıkan Bingöl il başkanımız Muhittin Ağırbaş’a ve ailesine ve Merkez İlçe Başkanımız Zekeriya Kazan’a acil şifalar diliyorum." diye konuştu.
"İktidar birinci dalganın ikinci piki yokmuş muamelesi yaptı"
Davutoğlu, "Şu anda Kayseri ile birlikte eş zamanlı olarak yapılmakta olan Bingöl kongremizin de hayırlara vesile olmasını diliyor, İstanbul’dan Kayseri’ye, Kayseri’den Bingöl’e selamlarımızı ve muhabbetlerimizi iletiyorum. Ülkemiz birçok açıdan zor bir dönemden geçiyor. Koronavirüs salgınında geldiğimiz nokta elbette hepimizi ciddi anlamda etkiliyor. İktidar resmi açıklamalarında böylesi büyük bir krizin ikinci pikini oluşum sürecine önce yokmuş muamelesi yaptı. Bazı sektörlerdeki küçük kâr hesapları için gerçeği örten istatistikler sunmaya çalıştı. Bu gerçek örtülemez hale gelince de rakamları her gün artacak şekilde revize etmeye başladılar." değerlendirmesinde bulundu.
Davutoğlu, "Onlar ne açıklarlarsa açıklasınlar; gerçek ayan beyan ortadadır: Her gün en yakınlarımızdan çevremizdeki diğer insanlara dair bizi endişeye sevk eden, telaşlandıran kimi zamanda elim gelişmeler sebebiyle bizi kederlendiren bir süreç yaşıyoruz. Covid-19 pandemisinin 1. Dalgasının ikinci piki maalesef Ankara ve Doğu illerimiz basta olmak üzere tüm ülkemizi etkisi altına aldı. Tedbirlerdeki yetersizlik, sağlık sistemindeki yönetim zaafiyetinin sağlık çalışanları üzerindeki oluşturduğu olumsuz etkiler ve bakanlık tarafından bildirilen verilerin inandırıcılığını kaybetmesi, pandemi yönetiminde mevcut yönetimin zaafının temel unsurları." ifadesini kullandı.
"Daha verilerde anlaşamayan bir kriz yönetiminde başarı nasıl beklenebilir?""
Davutoğlu, "Vaka sayılarının 1700 lere ulaşmış olması ve yoğun bakım ihtiyacı olan ağır hasta sayılarının artması sağlık sistemini çökme noktasına getirmiştir. Sağlık çalışanları arasında istifa oranlarındaki artış, tükenme noktasına gelmenin en önemli göstergelerindendir. Hastane yöneticileri ve üniversite öğretim üyeleri hastane doluluk oranlarının %100 lere ulaştığını ifade ederken bakanlığın farklı veriler sunmasını anlamak mümkün değildir. Daha verilerde anlaşamayan bir kriz yönetiminde başarı nasıl beklenebilir?" yorumunu yaptı.
Davutoğlu konuşmasını şöyle sürdürdü:
Burada temel mesele sağlık gibi hayati bir konunun siyasetin psikolojisine ve ekonominin çıkar perspektifine kurban edilmiş olmasıdır. Gelecek Partisi olarak en başından söylediğimiz gibi eğer 200 milyar liralık parasal ve mali genişleme birkaç şirkete peşkeş çekileceğine işçiye, esnafa, çiftçiye ve turizm başta olmak üzere kritik sektörlere hibe olarak aktarılmış olsaydı yaşanan bütün bu çelişkiler yaşanmazdı.
"Bilim Kurulu'nu aktif olarak sürecin içine dahil etmek zaruri"
Pandeminin daha fazla can almasını önlemek, sağlık çalışanlarını mevcut tükenmişlikten kurtarmak ve sağlık sisteminin çökmesinin önüne geçmek için derhal Bilim Kurulu'nu aktif olarak sürecin içine dahil etmek zaruridir.
Nihai karaların Bilim Kurulunca değil siyasilerce verildiğini söylemek görünüşte doğru gibi gözükse de bilime, akla ve tecrübeye dayalı basirete sahip olmayan siyasilerin olduğu bir ortamda böylesi bir durum Bilim Kurulu’nu siyasetin aracı haline getiren bir tiyatronun oynanması anlamına gelir. Bu arada uzun bir mücadele psikolojisi gerektiren bu süreçte her adımda sağlık çalışanlarının şevki kırılmakta; kimi zaman da onurları zedelenmektedir.
Aile hekimleri için çağrı
Burada sizlere bu sürecin mağdurları arasında yer alan aile hekimlerinden yükselen feryadı paylaşmak istiyorum ki sağlık çalışanlarının içinde bulunduğu psikoloji doğru anlaşılabilsin. Aile Hekimleri sürecin en başından beri, sınırlı ekipman ve destekle aile sağlığı merkezlerinde, koruyucu sağlık hizmetleri kapsamında; Bebek izlem ve aşılama, gebe izlem ve takip, kronik hastalığı olan ve 65 yaş üstü yaşlı nüfusa yönelik aşılama, okul aşılamaları ve muayene dahil asli birinci basamak hizmetlerini aksatmadan yerine getirmiştir.
Pandemi nedeniyle hizmet veremeyen hastane ve diş hekimliği polikliniklerinden aile hekimlerine akın eden hastaların muayene hizmetlerini, semptomatik ve şüpheli vakalarla her gün temas riskine rağmen ellerinden geldiğince yapma gayretinde olmuşlardır.
PCR test yapılan yüzlerce hastanın karantina sürecinde rapor talepleri ile uğraşırken, her gün artan vaka ve temaslı hasta listelerini telefonla arayarak takiplerini yapmışlardır. Bunun yanında evde takip edilen hastaların tüm eksiklerini tamamlama yolunda yoğun emek sarfetmişlerdir.
"Bu nasıl bir adalet anlayışı ve nasıl bir vicdandır?"
Son derece riskli süreçlerde bu çabaları gösteren aile hekimleri kendileri koroanya yakalanıp karantinada kaldıklarında maaşları kesilmektedir. Şimdi daha geçen gün adli yılbaşı dolaysıyla adalet hakkında nutuk atan ve ayetler okuyan Cumhurbaşkanına ve sağlık çalışanlarını korumakla yükümlü Sağlık Bakanına soruyorum: Bu nasıl bir adalet anlayışı ve nasıl bir vicdandır?
Burada aile hekimlerinin haklı taleplerini dile getiriyorum ki bu konuyu adalet ölçüsünde bir kez daha ele alsınlar:
-Hastalanan meslektaşlarının maaşı kesilmesin, kesilenler iade edilsin
-Pandemi süreçinde hayatını kaybeden arkadaşlarına şehitlik statüsü tanınsın ve geride kalan evlatları devlet güvencesine sahip olsun
-Özlük haklarında düzenleme yapılsın, aile hekimleri yalnız bırakılıp ötekileştirilmesin
-Sağlıkta şiddet konusunda samimi caydırıcı önlemler alınsın
-Hastanelerde olduğu gibi 182 ve mhrs üzerinden zorunlu randevu sistemi ile hasta kabulüne geçilsin
-Saha da motivasyon kaybına yol açan bütün sağlıkçılara verilen ek ödemeden geriye dönük aile sağlığı çalışanları da yararlansın, üvey evlat muamelesi görmesin
-Yazılı basın yayın organlarında ve görsel medya da yeralan, sağlıkçıya şiddeti teşvik eden, itibar suikasti düzenleyen yanlı haberlere karşı gereken önlemler alınsın.
Bu talepler ortada iken yayınlanan yönetmelikle bir kez daha gördük ki; Aile Hekimlerinin talepleri, tek bir noktaya indirgenip, medyaya servis edilerek, samimiyetsiz, sahanın beklentilerinden uzak, sadece kamuoyu algısı oluşturmayı amaçlanmıştır.
Bu yönetmelik Aile Sağlığı Merkezlerinde iş barışını bozacak, Aile Hekimi ile Aile Sağlığı Çalışanlarını ve diğer personelini maddi yönden birbirine düşürecek bir bombadır.
"Aile hekimleri call center değil"
Adalet ve eşitlik ilkesi ile bağdaşmayan, pandemi başlangıçından bu yana sergilenen emekleri hiçe sayan ve şarta bağlayan bir yönetmelik çıkarılmıştır. Aile hekimleri call center değildir. Hekimlik onuruna yaraşır şartlarda hizmet vermeleri şarttır.
Ek ödeme alan hiçbir sağlık çalışanının yada kamu memurunun ne kadar aldığını bu zamana kadar rakam olarak ifade etmezken aile hekimlerinin çoğunun alamayacağı üst rakamı herkes alacakmış gibi ifade ederek , vatandaş gözünde çok para veriyoruz algısı oluşturulmuştur.
Her şeyi propaganda ve şov aracı haline getiren iktidar için bu tutum hiç de şaşırtıcı değildir.
Ayrıca; filyasyon ekiplerine ve hastanelerde çalışan personellere ödenen ek ödemelerde hiçbir performans sistemi uygulanmayıp neden aile hekimlerine uygulandığı da merak konusudur. Hatta hiçbir şekilde filyasyon ekibinde çalışmamasına rağmen, sırf ek ödeme alsın diye isimleri bu listelere yazılan çalışanlar olduğunu duymaktayız.
Adalet, eşitlik ve objektiflik kriterinden yoksun iktidar için bu tutum da şaşırtıcı değildir. Aile hekimlerinin şikâyetleri aslında iktidara hakim zihniyetin yansımalarıdır. Bu haberler doğruysa hem bir nepotizm hem de bu salgını istismar eden en rezil bir yolsuzluk söz konusudur.
Savaş şartlarında bir taraftan vatan evlatları şehit düşerken diğer taraftan karaborsacılık üzerinden savaş zengini olmak nasıl alçakça bir vatan ihaneti ise salgın dolayısıyla ihaleler veya çalışmadan haksız kazanç üzerinden rant sağlayanlar da bu savaş zenginleri kadar alçakça bir suç işlemektedirler.
Sağlık Bakanlığı'nın ve ilgili devlet birimlerinin bu konuda harekete geçmeleri hem hukuki hem de ahlaki bir sorumluluktur.
Bütün bu adaletsizliklerin takipçisi olmaya devam edeceğiz. Korona salgınının artan yayılmasının oluşturduğu kaygılar yanında, tarihimizin en ağır ekonomik krizlerinden birini yaşıyoruz.
Enflasyonda, döviz kurlarında, ne kadar gizlemek isterlerse istesinler pansuman tedbirlerle çözülemeyecek faiz rakamları ile ciddi bir buhran yaşıyoruz. Burada da yine iktidarın yok sayma, karartma politikası varlığını sürdürüyor. Bu saydığım konular başta olmak üzere adaletsizlik sorunu, hukukun siyasallaşması ve şahsileşmesi, cumhurbaşkanlığı sisteminin artık açık bir çıkmaza girmiş olması gibi birçok konuda farklı vesilelerle görüşlerimi sizlerle paylaşıyorum.
Sadece eleştirilerimizi değil Gelecek Partisi olarak her konuda önerilerimizi, tekliflerimizi açıklıyoruz. Amacımız hem yanlışları en açık şekilde kimsenin tehdidine kulak asmadan dile getirmek hem de bu yanlışlar karşısında doğru yolu da göstermektir. Buna da her fırsatta devam edeceğiz.
Korona virüsün salgın olarak tescil edilmesinin hemen ardından Gelecek Partisi olarak ciddi bir hazırlık yaparak muhtemel ekonomik kırılganlıkları ciddi ve açık bir şekilde dile getirdik. Bu kırılganlıklar geçen altı ay içerisinde çok daha fazla artarak maalesef ekonomideki krizi tam anlamıyla yapısal hale getirmiştir. Daha da kötüsü bu yapısal krizi oluşturan liyakatsiz ve ciddiyetsiz ekonomi yönetimi ne krizin ne sorunların ne de yaşanan felaketin farkında. Yaşanan her ekonomik süreci önceden fark etme yeteneğini bütün dünyanın takdir ettiği Kayserili hemşerilerimizin basireti ve feraseti onlarda yok.
Hatta ekonomimizin uçtuğunu, şaha kalktığını iddia ediyorlar. Dolar yükselince “Dolarla ne işimiz var” diyen bakana ve bu söze rağmen onu o makamda tutan Cumhurbaşkanı’na dolarla ülkenin ne işi olduğunu anlatmak da bize düşüyor. Hatırlarsanız Cumhurbaşkanı da yine kurun yanlış politikalarla yükseldiği bir dönemde haşa “onların doları varsa bizim de Allahımız var” diyerek dinen de son derece sakıncalı bir cümle kurmuştu. Hamaset her alanda tehlikelidir ama en çok da dini alanda tehlikelidir.
Şimdi dolar o günlerdeki seviyenin üstüne çıktı; Rabbimizin yüce mağfiretine sığınarak ve bir daha böyle vahim bir hata yapılmaması için yüreğim titreyerek uyarmak kasdıyla söylüyorum; haşa şimdi dolar Allah’a karşı zafer mi kazanmış oldu?
Buradan başta Cumhurbaşkanı olmak üzere herkese sesleniyorum; kutsal kavramlarımızı ve sembollerimiz böylesi süfli bir şekilde siyaset alanında kullanarak yıpratmaktan artık vaz geçin. Son dönemde yapılan bir çok araştırmada gençliğimizin dini değerlere duyduğu saygının azalmasının en temel sebebi sizin dini kavramlarımızı ve değerlerimizi böyle özensiz bir şekilde kullanmanız ve açık bir şekilde istismar aracı kılmanızdır. Dini değerler söz ile değil hal ile yüreklere ve amellere nüfuz eder.
Eskilerin deyimiyle din ve ahlak qal işe değil hal işdir; yani söz işi değil eylem işidir. Kibir, şatafat, gurur, akraba kayırmacılığı ve yolsuzlukların normalleştiği bir ortamda sözün, propagandanın ve tebliğin bir ağırlığı kalmaz.
"Maalesef kaderde buna da katlanmak varmış!"
Ekonomideki durumu en önce Kayserili hemşerilerimiz sezer, anlar ve gerekli tedbirleri alır. Gelin Kayseri’den bu cahil ve liyakatsız ekonomi yönetimine biraz çırak eğitimi verelim. Bir ekonomi bakanı düşünün, geçen hafta açıklanan Ekonomi Güven Endeksi 80 küsurlara çıktı diye övünüyorç İnanılır gibi değil. Bu bakan Ekonomi Güven Endeksinin 200 üzerinden hesaplandığını, 100’ün altında olunca ekonomiye güvenin ciddi anlamda azaldığını da bilmiyor Ne yapalım? Maalesef kaderde buna da katlanmak varmış!
"İki haftadır faizleri ciddi şekilde artırarak faizle mücadele ettiğini söyleyen bir ekonomi yönetimimiz var"
100’ün altına inmiş Ekonomi Güven Endeksi’nin ekonomiye güvenin ciddi şekilde sarsıldığını gösterdiğini anlatmak da bize düşüyor. İki haftadır faizleri ciddi şekilde artırarak faizle mücadele ettiğini söyleyen bir ekonomi yönetimimiz var. Faizleri indirerek enflasyonu indirmeye çalışan dünyadaki tek ekonomi yönetimi, tek iktidar da bunlar. Milletimizin bütün birikimlerini hızla bir felakete sürüklüyorlar. Cesaretlerini cehaletten, kararlarını komplodan alıyorlar. Allah’ın her günü akıl dışı bir kararla karşımıza çıkıyorlar. Bir de kendilerini akıllı, bütün milleti ve dünyayı ahmak zannederek uydurdukları rakamlar ve analizler var. İşte gördünüz bu iktidar ülkemizin ekonomisini, TUİK rakamlarına göre, yüzde 9.9 oranında küçülttü.
"Bunlar ekonomiyi indirim yapan perakendeci mantığıyla yönetmeye çalışıyor"
Evet ülke ekonomisi bütün milletin alın teriyle büyüyünce bu iktidar ekonomiyi nasıl büyüttüğünü ballandıra ballandıra anlatarak: Ekonomimizi büyüttük diyor. Şimdi de yüzde 9.9 küçülttüler. Bu küsuratı, sonu dokuzla biten rakamlar oldukça ilginç. İki basamaklı bir rakam telaffuz etmemek için bilinçli olarak açıklanmış bir rakam.
Bunlar ekonomiyi indirim yapan perakendeci mantığıyla yönetmeye çalışıyor. Bilirsiniz, dükkanını tasfiye eden ya da sezon sonu malını tüketmek isteyen perakendeci böyle .99 ile biten rakamlarla müşterileri ikna etmeye çalışırlar. Bunlar bu mantıkla bırakın Türkiye gibi bir ülkenin ekonomisini yönetmeyi, Kayserili bir esnafın yanında çıraklıktan kalfalığa bile geçemezler.
Esnaflığın mimarisini de yazmış olan ve bu alanda herkesin takdiriyle zirveye oturmuş olan Kayseri esnafı bunları iki gün içinde kapının önüne koyar. Bu arada ekonominin bu kadar küçüldüğü, ülkenin en büyük yayın organları olduğunu iddia eden televizyonlarda, gazetelerde haber bile olamadı. Resmen ekonominin küçülmesini görmezden geldiler. İşte bu tam da iktidarın bugünkü resmidir. İşine gelmeyen, batırdığı, berbat bir iş olunca üç maymunu oynuyor. Tam bir deve kuşu stratejisi.
"Resmen elma ile armutu mukayese ediyor"
İstediğiniz kadar kafanızı kuma gömün. Millet ekonomimizi böylesine batıran iktidarı da onun ekonomi bakanını da, onu o makamda sadece yakınlığı dolayısıyla tutan Cumhurbaşkanını da görüyor, biliyor. Ekonomi bakanı ülkemizin küçülmesini yine akıl almaz bir hayal ürünü tablo ile açıkladı Diğer ülkelerin aynı dönemdeki ekonomik büyüme performansları ile Türkiye’yi kıyaslamış. Bu bakan sadece ekonomik güven endeksinin ne olduğundan bihaber değil aynı zamanda ülkelerin ekonomik büyümelerinin nasıl hesaplandığını da bilmiyor. İnanılır gibi değil. Resmen elma ile armutu mukayese ediyor.
Büyüme verisinin açıklandığı saatten bu yana aklı başında herkes Ekonomi bakanının yayınladığı karşılaştırmalı grafiğin gerçeği nasıl saptırdığını anlatmaya gayret ediyor. Bilindiği üzere bizde büyüme rakamları bir önceki yılın aynı dönemine göre ekonomik büyümeyi ölçümlüyor. ABD'de ise büyüme bir önceki çeyreğe göre değişimin yıllıklandırılması suretiyle ölçülüyor.Dolar yükselince “dolarla ne işimiz var” diyen bakan, ABD’de büyüme rakamının bir önceki döneme göre, Türkiye’de ise bir önceki yıla göre hesaplandığını da bilmiyor.
Bizim büyüme rakamımız ABD’deki metotla hesaplansa eksi 10 değil eksi 40’a yakın küçülmüş olduğumuzun ortaya çıkacağını da bilmiyor. İşte vahim tablo budur! İş burada da bitmiyor. Bakın Sayın Erdoğan hafta sonu Türkiye’yi “dünyanın en büyük 13. Ekonomisi” ilan etti. Buyursun bize de anlatsın Türkiye nasıl dünyanın en büyük 13. Ekonomisi!
Son iki yılda 200 milyar dolar milli gelir kaybederek nasıl dünyanın en büyük 13. Ekonomisi olduk. Buzdolabı, çamaşır makinesi hesabında olduğu gibi aynı taktiği uygulayıp “müflis tüccar eski defterleri karıştırırmış” mantığıyla; Ülkemizin dünyada milli gelirdeki gerçek sırası olan 19.luğu kapatmak için satın alma gücü paritesine göre Türk ekonomisinin büyüklüğünü anlatmaya başladı.
Satınalma gücü paritesine göre yapılan hesaplamalar, geliri dikkate almaz. Bu hesaba konu olan mal ve hizmet sepeti ise gıda ve giyim gibi temel geçim unsurlarıdır. Parite bu kalemlerdeki fiyatların ülkeler arası farklılığını temel alır. Türk Lirası’nın itibarını yerle bir edip, milli paramızı pula çevirdikten sonra ülke ucuzladı diye memnun olup aslında gelirde dünyada 13.süyüz demek olsa olsa züğürt tesellisidir.
Zaten iktisatçıların literatüründe bu gösterge bazen “züğürt tesellisi” olarak da isimlendirilir. Gerçekler ne mi? Türkiye’de kişi başına düşen milli gelir; uluslararası kurumların oldukça negatif beklentilerinden daha olumlu bir tahmine göre dahi, yaklaşık 2.500 USD azalmış. Başka bir deyişle yaklaşık "200 milyar USD'lik!!" bir gelir kaybı yaşanmış ülkede. Türkiye kişi başına milli gelirde 15 yıl kaybedip 2006 seviyesine geri dönmüş.
2017 yıl sonunda 72. sırada olduğumuz kişi başına gelirde, 2020’de yaklaşık 20 sıra daha gerileyerek 90.’lığa düşeceğiz. Yani dünya ortalama kişi başına gelirinin altına inmiş durumdayız. Ayrıca Sayın Cumhurbaşkanı’nın kullandığı satınalma gücü paritesine göre milli gelir sıralamasında Türkiye 2012 yılından bu yana ya 13. ya 14. sırada yer almıştır. Yani ortada yeni bir kazanım veya başarı yok!
Bilakis Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’ne geçtiğimizden bu yana hızlı bir erozyon dikkat çekiyor. Nitekim satınalma gücü paritesi hesabına göre dahi, son üç yıldır dünya hasılasından aldığımız pay kötü yönetim nedeniyle gerileyip 7 yıl önceki seviyesine dönmüştür. Ekonomi Bakanı derseniz, o da başka bir hayal dünyasında.
"Faiz ekonomisinden hizmet ekonomisine geçmişiz meğer haberimiz yokmuş"
Bakın ne diyor: “topladığımız her 100 liranın yüzde 85’ini sağlık, eğitim gibi toplumun refahına harcıyoruz”. Gerçekten öyle mi? Madem her 100 liralık verginin 85’i millete harcanıyor, millet bunu niye hissedemiyor! Bütçeden son 12 aylık faiz harcaması 121,2 milyar TL‘ye yükseldi.
Bu yılın Ocak-Temmuz döneminde bütçedeki faiz giderlerinin vergi gelirlerine oranı %19,35 oldu.
"Koskoca ülke bir grup liyakatsiz, komplocu cahilin elinde heder olup gidiyor"
Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemine geçilmeden ve mevcut ekonomi yönetimi göreve gelmeden önceki 2017’de %10,57 idi. Biz başbakanlık görevini yürütürken daha da düşük seviyelerdeydi; ama sayın Cumhurbaşkanı o zaman bizi neredeyse faizcilikle suçluyordu. Peki şimdi bizim sorma hakkımız onun cevap verme sorumluluğu yok mu? 2017’de vatandaşın cebinden çıkan 100 TL verginin 10,57 TL’si faiz ödemesine gidiyordu. Bugün bu rakam 19,35 TL’ye yükseldi. 2017’de asgari ücret alan bir çalışanın ücretinin her ay 25 TL’si faize giderken bugün her ay 77 TL faize gidiyor. Bakınız, bu ekonomi yönetiminin ekonominin e’sini bile bildiğinden şüpheliyiz. Koskoca ülke bir grup liyakatsiz, komplocu cahilin elinde heder olup gidiyor.
"Elinizden gelen kötülüğü yapıyorsunuz ekonomiyi batırmak için"
Doları 6’larda tutacağız diye ekonomimize yaptıkları kötülükler ortada. Sadece Temmuz ayında 12 milyar dolarımızı yaktılar bunlar. Sonuç dolar 7.40’ları geçti. Bu kez dolar kurunun artışının faziletlerinden bahsetmeye başladılar. 2019’dan beri ekonomiyi doların seviyesinden ibaret zanneden bu cahil yönetim tamı tamına 120 milyar dolarımızı çöpe attı resmen. Merkez Bankası'nın kendisine ait olmayan emanet dövizler bir kenara bırakılırsa gerçek rezervi eksi 32 milyar dolar düzeyindedir.
Bu tam bir felakettir. Bu kötülüğü düşman yapmaz, düşman. Siz varken dış mihraklara ne gerek var zaten. Elinizden gelen kötülüğü yapıyorsunuz ekonomiyi batırmak için.
Zaten dış mihraklarla ele ele vermişsiniz. 2019’dan beri 60 milyar doları da ahmakça yabancılara, dış mihraklara satmışsınız. Dış mihraklar Türkiye’den çıkarken de milletin alın teriyle biriktirdiği dövizi en ucuz şekilde alıp gitmişler. Bunların hesabını kim verecek? Bu iktidar hesap vermem diyor.Çünkü sorumlu biz değiliz, dış mihraklar yapıyor bunları diyorlar.
Bakınız, bizim korkumuz bu iktidarın çıkıp bir gün “bizim bir günahımız yok, ne yapalım, bu dış mihraklar ekonomimizi çok kötü yönetiyor, ülkeyi çok kötü yönetiyor” demesidir. Emin olun derseler şaşırmayın. Aslında yıllardır bunu söylüyorlar. Bütün beceriksizliklerinin faturasını gizli güçlere kesiyorlar. Bütün yolsuzlukların faturasını karanlık odaklara kesiyorlar. Bütün çapsızlıklarının faturasını dış mihraklara kesiyorlar. Ama bütün bu faturaları millet ödüyor, ödemek zorunda kalacak.
Özellikle AK Partili ve MHP’li kardeşlerimin bu faturayı iliklerine kadar hissettiklerini biliyorum.
Gelecek Partisi olarak, bu iktidar ne yaparsa yapsın biz bu faturanın millete kesilmemesi için mücadele edeceğiz. Ekonomi başta olmak üzere bütün alanlarda ortaya çıkan ağır faturanın sorumlusu bu koalisyon hükümetidir. Ortaya çıkan krizin a’dan z’ye bütün sorumluları Ankara’dadır.
Daha da kötüsü bu kriz bizatihi bu demokrasiden nasibini almamış, şeffaflıktan nasibini almamış, hukuk devletini ortadan kaldıran liyakatsiz yönetimin bizzat kendi elleriyle icat ettikleri bir krizdir. Bu kriz icat edilirken milletimizin alnının teriyle biriktirdiği ne varsa heba edilmiştir.Bu kriz icat edilirken milletimiz ve ülkemiz adeta kobay olarak kullanılmıştır.
İstedikleri kadar propaganda kanallarında akla ziyan saçmalıkları tekrarlasınlar. İstedikleri kadar milletin belini büken vergileri utanmadan bir de millete bir lütuf gibi yalan söylesinler. İstedikleri kadar zamlara güncelleme, ekonomik krize ekonomik şahlanma, gelir kaybında ekonomik güçlenme desinler. Sabah akşam bu palavraları tekrarlayıp dursunlar.
Milletin hafızasını silemezler, milletin vicdanını yok edemezler, bizlerin denetiminden, sorgulamasından ve takibinden kaçamazlar. İşte yine bir gece yarısı kararnamesiyle bir anda akıl almaz vergiler geldi. Artık üst sınıf bir tarafa; orta sınıf, kendi halinde eli ayağı düzgün bir araç milyonlarca vatandaşımız için bir hayal halini aldı.
En son 1990’larda bile değil, 1980’lerde, 1970’lerde bir servet ve refah göstergesi olarak görülen araç sahibi olma dünyasına yeniden döndük. Evet, artık modern dünyada hayatın akışı içerisinde sıradan birer unsur olan araba, cep telefonu, bilgisayar birer lüks ve servet ürününe döndü. Temiz bir arabaya binmek isteyen bir vatandaş akıl almaz rakamları gözden çıkarmak zorundadır.
"Bu yıkımı Türkiye hak etmiyor"
Çocuğuna düzgün bir bilgisayar almak isteyen bir aile kara kara düşünmek zorundadır. Çocuğuna makul bir cep telefonu almak için kendi halinde bir ailenin bir yıl boyunca tasarruf etmesi gerekmektedir. Bunların hayal ettiği Türkiye içine kapanmış, asgari yaşam kalitesinin lüks olarak görüldüğü bir Türkiye’dir. Bu koalisyon iktidarı hızla Türkiye’de ortalama yaşam kalitesini asgari ücret seviyesine indirmek için canla başla uğraşmaktadır. Ne yaptıklarının farkında değillerse bir felaket, yaptıklarını bilerek yapıyorlarsa ise ülkeye ve millete ihanettir. Buna müsaade etmeyeceğiz. Bu yıkımı Türkiye hak etmiyor.
İşte bakın, dış politika da benzer tutarsızlıklar devam ediyor. Türkiye’nin bariz bir şekilde haklı olduğu, inkar edilemez haklarının olduğu konularda bile bu iktidarın liyakatsizlik, ciddiyetsizlik ve hamasetinden dolayı ciddi sorunlar yaşıyoruz. Ülkemizin itibarı, milletimizin haysiyeti örselenip duruyor. Bir gün Trump diğer gün Biden, Bir gün Putin diğer gün Macron ülkemizin çıkarlarına veya itibarına yönelik adımlar atıyorlar.
Bu iktidar sadece hamaset yapıyor ya da utanmazca ülkemize yapılan saldırılar için muhalefeti bile suçlayacak kadar aklı ve ahlak dışı yollara tevessül ediyor. Trump bir hakaret mektubu yazar bunların sesi bile çıkmaz. Biden ülkemizi tehdit eder, bunlar Biden’ın ismini bile telaffuz edip cevap veremezler. Amerika Rumlara silah satışının önünü açar bunlar sadece seyrederler.
Putin PKK’yı Moskova’da ağırlar bunlar hiçbir şey olmamış gibi davranmaya devam eder. Çin Doğu Türkistanlı kardeşlerimize akıl almaz zulümler yapar, bunlardan bir tek ama bir tek cümle bile duyamazsınız. Hatta daha ileri gidip dış işleri bakanı Çin’i eleştiren yayınlara müsaade etmediklerini utanmadan açıkça ifade eder. Yahu sen nerenin dış işleri bakanısın? Aynen dediklerini de yapıyorlar, hatta daha da ileri gidiyorlar. İktidar medyasında bırakın Çin’deki zulmü eleştiren yazıları; utanmadan arsızca Çin’e karşı yapılan eleştirileri kınayan yazılar yayınlanıyor, dünyada yükselen Çinfobi’ye dikkat çekiyorlarmış. Yazıklar olsun size. Tutarsızlık burada da kalmıyor. Fransa açık bir şekilde Türkiye’ye karşı düşmanlık yapar, bunlar ÖTV düzenlemesi ile Fransız arabalarına milleti mahkum ederler. Maalesef benzer tutarsızlıklardan dolayı Doğu Akdeniz’de çıkarlarımızı korumayı da beceremiyorlar. Bu liyakatsizlik ve ciddiyetsizle ülkemizin itibarını yerlerde süründürüyorlar.
"Doğu Akdeniz’deki haklı davamızda Ankara’da yönetimde kim olursa olsun onun yanındayız"
Gelecek Partisi olarak yerimiz Türkiye’nin güvenliğinin ve milli çıkarlarının yanıdır. Doğu Akdeniz’deki haklı davamızda Ankara’da yönetimde kim olursa olsun onun yanındayız. Bu çerçevede bugünkü iktidarın Libya ve Doğu Akdeniz politikasına en baştan itibaren açık destek verdik.
Geçtiğimiz hafta içinde yabancı bir basın organına verdiğim demeçte de vurguladığım gibi “kimse Türkiye’yi Doğu Akdeniz’de köşeye sıkıştıramaz, Antalya körfezine mahpus edemez; bu yönde bir diktede emrivakide bulunamaz”. Bugünkü tabloda Türkiye’nin yalnız kaldığı görünümü bazı dış çevrelerde hakimdir. Bu algı ülkemizin hareket alanını ve diplomasi zeminini zayıflatmaktadır.
Ancak böylesi haklı bir davada ülkemizi Azerbaycan dışında hiçbir destek açıklaması gelmezken, ABD, Fransa ve Rusya başta olmak üzere küresel güçlerin, Mısır, Yunanistan, İsrail ve GKRY başta olmak üzere bölgesel güçlerin karşımızdaki safta bir araya gelmiş olması da davadaki haklılığımızın eksikliğinden değil diplomasimizin zaafındandır.
Cuma günü Doğu Akdeniz’deki haklı davamızın diplomasi alanında savunulabilmesi ve milli çıkarlarımızın korunabilmesi için 16 maddeden oluşan bir eylem planı açıkladım. Bu konuda yaptığımız yapıcı eleştirilerden ve getirdiğimiz önerilerden istifade edilmesini ümit ediyoruz. Bizler son kertede her türlü kişisel beklenti, amaç ve hedeflerden vatanımızın selameti için vaz geçebileceğini kanıtlamış bir topluluğuz. Her şeyden önce bugünün Türkiye’si yüzyılın başında başta Ege Denizi olmak üzere büyük kayıplara uğramış bir ülkeyle aynı değildir.
Cumhuriyetimizin 100. yılına yaklaşmakta olduğumuz bir dönemde, Türkiye tehditler, haksızlıklar ve hukuksuzluklarla rehin alınabilecek bir ülke, bir millet değildir. Türkiye’nin Doğu Akdeniz’de sahadaki güçlü mevcudiyeti bunun açık göstergesidir. Bu çerçevede en başta donanmamız olmak üzere sahada büyük bir mücadele veren fedakâr vatandaşlarımızla da iftihar ediyoruz. Türkiye’nin haklılığını sorgulayan, tehditlerle kazanımlar elde edebileceğini düşünenlerin bunu anlamalarında büyük yarar var. Bu gerçekliğin görülmesi mevcut gerginliğin azalması ve diyalog / çözüm yollarının açılması yönünde önemli bir başlangıç teşkil edecektir.Türkiye’nin Doğu Akdeniz’deki tutumunu destekliyoruz. Haklı olduğumuz konularda hiçbir taviz, hiçbir geri adımın söz konusu olmaması gerektiğine inanıyoruz.
Gösterilebilecek en küçük bir zafiyet sadece bugünlerimize değil, geleceğimize, gelecek nesillerimize büyük bir yük anlamına gelecektir.
Öncelikle Türkiye’nin kararlılığının en açık ve anlaşılır şekilde verilmesi ve bu kararlılığın Milletimizin en geniş kesimlerince destek gördüğünün vurgulanması önem arz etmektedir. Öte yandan gerginliğin iç politika malzemesi olarak kullanılması ve ülkemizin bazı kesimlerinin çözüme katkı vermekten dışlanması Doğu Akdeniz politikalarına zarar verebilecek, ülkemizin sahada ve diplomaside konumunu zayıflatabilecektir.
Bu yaklaşımlardan kaçınılması, samimi ve yapıcı olması kaydıyla eleştirel mahiyette bile olsa her türlü görüş ve önerinin dikkatle dinlenmesi gereklidir. Yapıcılık ve çözüm çağrıları kararlılık mesajlarıyla iç içe olmalı, bir bütünlük ve denge taşımalıdır. Her türlü siyasi/askeri/lobi/ diplomasi kanalıyla Türkiye Cuma günü yaptığımız açıklamada zikredilen manevra ve destek zeminini genişletici, güçlendirici adımları süratle atmalıdır. İkili ilişkilerimizin sorunlu olduğu ülkeler dahil Doğu Akdeniz gerginliğine taraf bütün aktörlerle açık veya gizli diplomasi kanalları sonuna kadar ve etkin şekilde kullanılmalıdır.
Gelecek Partisi olarak Doğu Akdeniz gerginliği ve sorunlarının çözümüne yönelik her türkü katkıyı yapmaya hazır bulunduğumuzu bu vesileyle bir kez daha ilan etmekteyiz.
Bütün bu olumsuz şartlarda dahi hiçbir şekilde yeise kapılmayınız. Bu aziz millet kendi ile derdini, zihnini, ekmeğini v e en önemlisi yüreğini paylaşan kendi içinden çıkmış kadrolar bulduğunda her türlü zorluğu aşmıştır. Bütün bu zorlukları aşacak kadrolar ve bu kadroların yılmaz iradesi Gelecek Partisinde mevcuttur. Hiç kimsenin tereddüdü olmasın! Geleceğimiz parlaktır.